Kurguzist

AYRILAN RUH

    Güneşin en kavurucu saatleri ruhuma yüklenen mana da beni en çok yoran zaman dilimlerinin başlangıcı demekti. Her daim ruhumun hiç durmaksızın akan bir su timsali yanan bir ateş gibi yandığını şakaklarıma kadar hissederken bir de tepemdeki bu güneşe katlanamıyordum. O yüzden evden çıkmamak her zamankinden daha cazip görünüyordu gözüme. Hiçbir zaman sığamadığım hayatımın ilk köşesi evim olsa da en azından bu koca evin bir köşesi beni, ateş topu gibi yanan güneşten daha iyi muhafaza eder diye düşündüm. Velhasıl doğruydu da. Odama çekildim. 

    Her zamanki gibi, aile erbabının asık yüzlü hitabetlerinin güneşten korunan ruhumu daha çok yakmaması açısından bu, en iyisiydi. Kimsenin birbirini tanımadığı ama belli rollerin tabiat geleneği tarafından yüklediği bir kavramdı benim için aile. Hoş, bu geleneği şanslı geçirenler için belki yabancılık çok tuhaf bir kelimeydi. Fakat benim için değildi. 

   Günlük ifadeler harici pek kendimle alakalı konuşmaz, sahte neşemle tüm sorulardan kaçardım. Birbirleri içerisinde belli sorumluluk çevresinde yaşayabilen ruhlar için, benim ruhum çok sakattı. Peki bunu herkese göstermenin ne anlamı vardı? Hiç. Yine de bazen tüm bu içsel karmaşam kendini bırakır, gözlerimi ağırlaştırır somut bir sebep olmasa da saatlerce ağlamak isterdim. Ağladıktan sonraysa fevkalâde rahatlamış hisseder; gülmeye başlayabilirdim. İçsel karmaşamı oluşturan sorgulayışlar, adeta yağmur taneleri gibi zihnime aynı anda düşerken yeşerttiği fidanların ruhumu çölleştirdiğini hissettirirdi. Bazen kendi zihnime yalvarırdım. Basit düşünmesi için elimden gelen her şeyi yapmaya hazırdım ama nafile. En basit şeyin içinde bile boğulabilecek derecedeydi. Tüm bunları neyin bitireceğini çok düşünürdüm. Uyku bile çözüm olmuyordu. Rüyalar: Bilinçaltının korkunç gaddarlığı. Uyurken bile karmaşık olaylar zincirinin içine atıyordu zihnimi. Ne olacak demenin verdiği sorumluluk, olacak şeyleri sorgulayış, iyisini kötüsünü muhakeme ve tahlil de hep aşırıya gidiş zihnimi derin bir arayış içine sokup bir türlü nokta koyamadığı hadiselere iterdi. Bu kadar iç dünyamda yaşarken bunu dış dünyaya taşımadıkça yorulacağım aşikârdı. Fakat ne bedenimin doğduğu dünyayı sevebiliyordu ne de ruhum yaşadığı dünyaya gidebiliyor. Bu düşünceler içerisindeyken birden yaşam sesleriyle bedenim ruhumla birleşmiş gibi hissettim. Ölmeden ruhumu bedenimden ayırmak ne ürkünç ve canlı bir histi! Bu bir ayrıcalık mıydı yoksa acınacak bir durum mu bilemeden bedenime hükmettim. Tüm bu ruh beden ayrımı; bedenimin alışamadığı ruhum için sadece başlangıçtı.