
KIYIYA VURAN CESETLER: DALGA
“İlk cesedi sığ kayalıkların arasında, iskelenin ayağına takılmış halde buldular.” (syf:11)
DF, sakin bir balıkçı kasabasıdır; ta ki yaşlı bir balıkçının sahilde ceset bulmasına kadar. Bu cesetin ardından başka cesetler sürüklenir kasabaya. Bir yerden sonra ‘dalga’ ile birlikte kasabanın tüm sokakları cesetlerle dolup taşar ve insanlar bu ceset selinden kurtulmaya çalışır. Fakat bu dalga son dalga olmayacaktır. İşin kafa karıştıran kısmı sadece kimliği belirsiz binlerce ceset değildir; bu cesetlerin -neredeyse- birbirine tıpatıp benzemesi ve nereden, nasıl geldiklerinin bir türlü çözüme kavuşturulamıyor olmasıdır.
Birbirinin kopyası olan bu binlerce ceset neden DF kasabasına yığılmaktadır? Kasaba halkının cesetlere olan tutumu zamanla nasıl bir değişikliğe gidecektir? Cesetler nasıl muhafaza edilecek, devlet büyükleri nasıl politikalar izleyecektir?
‘Mecburiyet’ dediğimiz vahşet örgüsünde bir bireyin rolünün ne olduğunu ve bu bireylerin oluşturduğu güruhun asılsız katliamına ne, niçin neden olur?” sorusuna cevap arayan distopik bir eser, Dalga. Kitabı okurken kendimi zorlandığımı itiraf etmeliyim. Tek bir cümlenin iki sayfa sürdüğü kısımları hatırlıyorum. Bir cümle içerisinde benzetmeler, diyaloglar, kişisel görüşler, betimlemeler, verilen örneklerin hemen hepsi sadece virgül vasıtasıyla bağlanmıştı. Ufacık bir dikkat dağınıklığı anlamın bozulmasına neden olabiliyordu. Yazarın bu anlatım tarzını benimsemesinin, okuyucuya verdiği rahatsızlığı bir üst boyuta taşıma çabası olduğunu düşünüyorum.
Dalga, üç bölümden oluşuyor. İlk bölüm ilahi bakış açısıyla, kasaba halkının cesetlerle olan münakaşasını resmediyor. İkinci bölümdeyse kasaba sakinlerinin gözünden yaşananların birey-toplum ilişkisi gözler önüne seriliyor. Bu bölümde bahsi geçen şahısların “insanca tutumları” okuyucunun kitaba bağlanmasında ve kasabanın bir başka sakini olmasında büyük bir rol oynuyor. Üçüncü bölüm bir nevi final bölümü. Fakat bu final okuyucunun aklında birçok soru işareti bırakıyor. Bu soru işaretlerinden belki de en vurucusu şudur: Sorunu olduğumuz cesetler bir çözüm olabilir mi?
“Bu gece bir kabus gördüm Don Mariangelo, gözlerim yerinden çıkıyordu. Gözlerimin yuvalarından kopmuş olduklarını hissediyordum, yuvarlanıp gitmek istiyorlardı. Yataktan kalktım ve koşarak banyoya gittim, aynanın karşısına geçince ne düşündüm biliyor musunuz? Kendi kendime, bizi ele geçirdiler ama hiç haberimiz olmadı, dedim. Cesetler için özen göstermeye devam ediyoruz ama onlar zaten ölü. Hayatta olanlarla ilgilenmemiz gerektiğini anlamamakta ısrar ediyoruz. Don Mariangelo, böyle düşündüğüm için ben kötü müyüm?” (syf:96)
Günümüz dünyasının vahşi politikası, mülteci sorunu, ırkıçılık, toplumda kadının yeri, dinin siyasete alet edilmesi, âhlaki yozlaşmanın insan ilişkilerine etkisi gibi birçok konunun eleştirildiği bir kitap: Dalga. Bu eleştiriler öyle yerinde kullanılmış öyle akıllıca kelimelere dökülmüş ki yazarın ilk kitabı olduğuna inanmak bir hayli zor. Gerçi Cavalli’nin bir gazeteci olduğu düşünülünce, kurgunun bu denli derin mesajlar içermesi ve yazarın dil üzerindeki hâkimiyeti haklı bir birikim üzerinden açıklığa kavuşuyor.
Cavalli okuyucularına cesetlerle baş etmeye çalışan insanoğlu üzerinden bir insanlık eleştirisi sunuyor. Çağdaş edebiyatın en özgün distopyalarından biri olarak gördüğüm vurucu bir eser. Cesur okuyuculara…
Cavalli, Giulio. Dalga. Çev. Yelda Gürlek, Can Yayınları, 4 Mart 2022.