Yalnızlık Üzerine

Yalnızlık kavramı, onu hangi yönden ele aldığımıza göre bir kalıba girebilir. Kimi insanlar yapıları gereği kalabalıktan hoşlanmazlarken kimi insanlar huzurun ta kendisi olarak değerlendirir. Kimileri yalnızlıkla asosyalliği aynı kefeye koyarken, kimileri rahatına düşkün ve kendilerine her anlamda yetebilen insanların tercihen yaptığı bir şey olarak görür. Ancak yalnızlık, insan doğasında var olan ve kaçışımızın olmadığı gerçeğini kabul etmemiz gereken doğal bir özelliğimizdir.
İnsan, varoluşunda var olan bir yalnızlığa sahiptir. Hepimiz yalnız doğup, yalnız büyüyüp, yalnız ölüyoruz. Birçoğumuz bunun farkında değiliz ancak biraz derinden düşününce bu döngünün doğruluğunu fark etmek mümkün. Merkezinde bizim olduğumuz bir mekanizma var. Doğumdan başlayıp ölüme giden süreçte yanımızda oyuncular bulunuyor. Dönemlere göre bu oyuncular değişiyor ama merkezde bulunan biz, mekanizmanın değişmeyen elemanı oluyoruz. Elbette hayatımızın birden fazla döneminde yanımızda bulunan kimseler olabiliyor ancak hayatın ölüm isminde acı bir gerçeği var. Bir şekilde gidiyor çevremizdeki insanlar. Biz, daima bize kalıyoruz görüldüğü üzere.
Neticede yalnızlık, hayatın her aşamasında karşımıza çıkan ve biz istemesek de bizimle birlikte var olan bir gerçekliktir. Onu nasıl karşıladığımız, ona ne anlam yüklediğimiz, yalnızlıkla kurduğumuz ilişkinin şeklini belirler. Kimi zaman huzurun kaynağı olur, kimi zaman derin bir boşluğun sesi… Ama her ne olursa olsun, insan kendiyle baş başa kaldığında asıl yüzleşmeyi yaşar. Belki de yalnızlık, sandığımız gibi bir eksiklik değil; içimizde saklı duran sessiz bir tamamlayıcıdır.